Beyazıt Akman’ın Atatürk, Beşir Ayvazoğlu’nun Ateş Denizi ve Erhan Altunay’ın Masalcı romanlarında İstanbul’un işgali ile ilgili bölümler vardı. Bu konu hakkında daha fazla okumak istedim. Internet üzerinde kitap satan sitelerden araştırıp ilgimi çeken 2 anı kitabı ile 3 romanı satın aldım. Romanlardan birini hiç beğenmedim, okumayı yarıda bıraktım.
Önce anı kitaplarını sonra romanları okudum. Anılarda gördüklerim romanlarda da vardı. Romanların gerçek olaylardan esinlenerek yazıldıkları belli oluyordu. Nejat Akar’ın kitabı bir derleme olduğu için çok farklı kişilerin işgal ile ilgili anılarını bulabiliyorsunuz. Hem Bekir Büyükarkın hem de Kemal Tahir birçok roman yazmış. Bu kitaplar okuduğum ilk kitaplarıydı. Son zamanlarda okuduğum romanlar daha çok kahramanların ağzından anlatılıyordu. Bu yüzden bu iki romandaki karşılıklı konuşma şeklinde geçen tarzı biraz yadırgadım. Fakat özellikle Kemal Tahir’in edebi olarak dilini sevdim.
Okuduklarım içinde bazı dikkat çekici noktalar var. Onlara geçmeden kısaca işgalden bahsedeyim. I. Dünya savaşının hemen arkasından Kasım 1918’de İngiliz, Fransız ve İtalyan gemilerinin İstanbul’a gelmesi ile işgal başlıyor. Mart 1920’de ikinci bir işgalden bahsediliyor. Tekrar asker çıkartıyorlar. İşgal, Ekim 1923’de sona eriyor.
Anılarda en çok bahsedilen konulardan biri evlerin işgali. İşgalciler bir evi kullanmak istedikleri zaman, evde oturanlardan, saatlerle ifade edilen kısa bir süre içinde evi boşaltmalarını istiyorlar. Evi eşyalı bir şekilde istedikleri için eşyaları almalarına da izin vermiyorlar. İşgal sona erdiğinde bu evlerin bir çoğu kullanılmaz halde bırakılmış. Hatta bazıları yakılmış.
Tutuklamalar ve sürgünler çok görülüyor. Beyoğlu civarı neredeyse Türklerin giremeyeceği bir yer haline geliyor. Türkler artık ikinci sınıf insan olarak algılanıyor. Örneğin vapurlarda işgalciler için ayrılan yerlere o anda oturacak kimse olmasa bile Türklerin oturmasına izin verilmiyor. Öte yandan koydukları bazı kurallar ile ne kadar medeni olduklarını gösteriyorlar. Mesela tavukları ayaklarından bağladıktan sonra yine ayaklarından tutarak baş aşağı taşıyanlara para cezası veriliyor. Anıların birinde, İngiliz ordusunda yer alan müslüman bir askere neden İngilizler için savaştığı soruluyor. Müslüman asker, ordularına katılmasa İngilizlerin memleketindeki köyünü yakacaklarını söylüyor.
İşgal İstanbul’unda iki belirgin insan tipi göze çarpıyor. Bir yanda işgali içine sindiremeyen ve Çanakkale başta olmak üzere bir çok cephede verilen bunca şehitten sonra böyle bir sonuca tahammül edemeyenler var. Bu kişiler Anadolu’da başlayan Milli Mücadeleye de destek olmak için çırpınıyorlar. Diğer yanda ise şahsi çıkarlarını her şeyin önünde gören, işgalcilerle hem iyi geçinip hem de onların işlerini görerek gününü gün edenler var.
Anı kitapları da güzel ama romanlar olaya daha bütün olarak bakıp, daha iyi duygu yoğunluğu oluşturuyorlar.
Bütün okumalarım sonucunda esir bir şehirde yaşamanın ne kadar zor olduğunu gördüm. Allah, bu millete bir daha o günleri göstermesin.