Dağlar

Dağlar

by

Dağlar konusu Muhit dergisinin Şubat sayısındaki söyleşiyi okuduktan sonra daha çok ilgimi çekti. Söyleşi “Hikmet Dağı” kitabı ile ilgiliydi. Bu kitap ile “Benim Dağlarım” kitabının yazarı aynı.

“Benim Dağlarım”ı satın alalı çok olmuştu ama okumak şimdi kısmet oldu. Dursun Çiçek, çıktığı dağları anlatıyor. Dağda insanın kendisini hür ve daha huzurlu hissettiğini söylüyor. Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinde doğan ve adeta Erciyes’i seyrederek büyüyen yazar, çoğunlukla İç Anadolu’daki dağlara çıkmış. Dağın zirvesine çıkmayı bir spor olarak görmüyor, insanın kendi içindeki yolculuğuna benzetiyor. İnsanın dağda erdiğini, bildiğini, olduğunu söyleyerek, peygamberlerin ve velilerin dağlarla birliği ve muhabbetinin bundan olduğunu söylüyor. Dağda rastladığı çobana, “Bu ıssızlıkta sıkılmıyor musun?” diye soruyor. Çoban cevabında, rüzgarı, su sesini, kuşların sesini, koyunların melemesini dinleyerek, çiçek kokularını hissederek, dağla konuşmaya alışanın sıkılmayacağını söylüyor. İnsan çıktığı bir dağdan diğer dağları görünce onların da kendisini beklediğini düşünüyormuş. Örneğin Bolkar Dağlarından kuzeye bakınca Erciyes, sağa bakınca Demirkazık ve Aladağlar, sola bakınca da Hasan Dağı görünüyormuş. Sağına Kaz Dağlarını, Soluna Honaz ve Torosları ve arkasına Erciyes’i alan Bozdağ da kitapta Ege’yi bekleyen bir efeye benzetiliyor.

Dağların zirvesine çıkmak benim pek ilgimi çekmiyor. Ağaçların bittiği bir yüksekliğe çıkıp oradan karşıdaki dağlara bakmak daha çok hoşuma gidiyor. Bu fotoğrafı yaklaşık 2000 metre yükseklikte Artvin’de çekmiştim.

artvinde dağ manzarası

“Başıma Dağlar Düştü” bir roman. Başlarda biraz sıkılmış olsam da sonuna doğru merakla okudum. Bu dünyada, mal hırsının insanı nasıl perişan ettiğini görüyoruz. İşlediği suç sonrasında dağa sığınan kahramanımız dağların hiç de düşündüğü gibi ıssız olmadığını görüyor.

“Bu Dağların Ardı” kitabında Sücaattin Erdem, kendi hayatını anlatıyor. Malatya’nın Arapgir ilçesinde doğan yazar, Erzincan’a bağlı olan, eski adıyla Eğin, şimdiki adıyla Kemaliye’yi çok beğeniyor. Arapgir’e komşu olan Eğin’de öğrenci olarak beş yıl geçirmiş. Dağların ardındaki bu ilçeleri herkesin görmesini istiyor. Kitapta güzel anılar var. Ziraat mühendisi olmuş ama köyde doğup büyümenin avantajını görmüş. Çalıştığı yerlerde köylü ile aynı dili konuşmanın onların güvenini kazanmada çok işe yaradığını söylüyor. Manisa’da görevli iken yaptıkları, melengiç ağaçlarına antepfıstığı aşılama çalışmaları ilgi çekici. Menengiç, çitlenbik, çıtlık, çitemik, bıttım gibi farklı isimlerle anılan melengiç, antepfıstığının yabanisiymiş. Aşılama sayesinde hazır büyümüş ağaçlardan iki sene içinde mahsül almak mümkün oluyormuş. Yazarın bir gözlemi ise kendi köyünde yapılan uygulamaların çok uzaktaki başka köylerde de benzer şekilde yapıldığını görmek olmuş. Bazı durumlarda ise biz bunu niye akıl edemedik diye düşündüğü oluyormuş. Tavukçuluk ve üzüm bağları ile ilgili anıları da zevkle okudum.

“Hikmet Dağı” kitabında Ebu Hanife’den İbn Sina’ya, İbn Haldun’dan Mimar Sinan’a çeşitli alimlerin hayatlarından yola çıkılarak İslam düşünce, amel ve ahlak tarihi dersleri anlatılıyor. Dursun Çiçek, dedesinden bazı alimlerin hayatını dinlemiş. Dedem olsa nasıl anlatırdı diye düşünerek diğer alimlerin hayatını dedesinin ağzından anlatıyor. Her bir alimi bir dağ olarak görüyor. Yazar bu tarzıyla gençlere ulaşmaya çalıştığını söylüyor. Bazı kısımlar çok okunaklı ama bazı alimleri anlatırken kullandığı dil bana ağır geldi. Gençlere ne kadar hitap ediyor emin değilim. Kitapda yer alan ve şairi bilinmeyen taş şiiri çok hoşuma gitti. Başını ve sonunu buraya alıyorum:

“Merhametsiz kalpleri sana benzettiler
Sana hissiz sana ruhsuz dediler
Halbuki senindir değirmendeki beste

Bir gün uzanırsın boylu boyunca musalla taşına,
Yine bir taş dikerler başına.
İşte bu taştır insanoğlundan baki
Üstünde bir tarih
Fatiha
Ve huvel baki…”

Kur’an’da altmıştan fazla ayette dağlar geçmekteymiş. Bazı ayetlerde dağlar, kökleri yerin derinliklerine uzanan sağlam kazıklar olarak anlatılmıştır. Dağlardan geçim ve su kaynağı olarak da bahsedilmiştir. Dağlar, peygamberlere vahyin geldiği mekanlardır. Peygamberimiz Hz Muhammed’e ilk vahiy Hira Dağında gelmiştir. Kur’an’daki Hz. Musa kıssalarında vahiy gelen mekan olarak Sina Dağı anlatılmaktadır. Bakara 63 ve Araf 171’de anlatılan, dağın İsrailoğullarının üzerine kaldırılması durumu Alllah’ın kudretini göstermektedir. Kur’an’da dağlara en çok kıyametin korkunçluğunu anlatmak için değinilmektedir. Dağların sarsılacağı, yürütüleceği, çarpıştırılacağı, parçalanacağı, un ufak olacağı ve toz halinde savrulacağı anlatılmaktadır. Kur’an’da kibrin yanlışlığı ve insanın güçsüzlüğü İsra suresindeki 37. ayetde şu şekilde anlatılmaktadır:

“Yeryüzünde büyüklenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir, ne de boyca dağlara erişebilirsin.”

Dağ manzaralı şehirler bana güzel gelmiştir. Uzaktan bakınca, insan yüksekliği tam olarak algılayamıyor. Kayseri’de Erciyes Dağını gördüğümde pek yüksek gelmemişti. Benzer bir duyguyu Erzurum’da Palandöken Dağında da hissettim.

palandoken